“Söz Veriyorum Her Şey Çok Güzel Olacak, Sadece Senle Ben” - Bizim Sayemizde ❤️
Merhaba sevgili Relater,
Ben Psikolog Rengim Lal. Bu hafta bültenimizde gündemi de aklımızda tutarak 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın anlamını düşünelim istedim. Hazırsan bilinç akışıma şahitlik edeceksin…
1929 yılında Atatürk, 23 Nisan’ı çocuklara armağan ettiğinde bu, yalnızca bir sevgi ifadesi değildi. Aynı zamanda çocuklara güvendiğini, saygı duyduğunu ve onların iyi bir geleceğe sahip olması için bugünden sorumluluk almamız gerektiğini anlatan güçlü bir mesajdı. Bu sayede Türkiye, dünyada çocuklara bayram hediye eden ilk ülke oldu. Ama bugün dönüp baktığımızda bu sevgiyi, saygıyı ve güveni gerçekten yaşatabildiğimizi söyleyebilir miyiz, emin olamıyorum.
Eğitime erişemeyen çocuklar, sesini duyurduğu için gözaltına alınan gençler… Bu ülkede her gün yayınlanan yüzlerce haber, çocukların hak ettikleri ve ihtiyaç duydukları saygıyı göremediklerini gösteriyor. Oysa bir ülkede alınan her karar, yapılan her düzenleme çocuklar için — yani hepimizin geleceği için. Biz çocukları düşünmeden yaşadıkça aslında kendi geleceğimizi de düşünmeden yaşamış oluyoruz. Umursamadan, planlamadan, bedelini onların ödeyeceği bir hayatı sürdürmüş oluyoruz.
Son yıllarda ruh sağlığına dair yapılan araştırmalar dünya genelinde ruh sağlığı sorunlarının gittikçe daha erken yaşlarda görülmeye başladığını ve daha yaygın hale geldiğini gösteriyor. Ruh sağlığı sorunlarının büyük çoğunluğunun temellerinin beynin gelişmeye devam ettiği yıllarda yani 25 yaş öncesinde atıldığı görülüyor. Sessizce geçip giden bu istatistikler, aslında toplumsal bir alarma işaret ediyor…
Peki ya biz ne yapıyoruz?
Yeni nesilleri “anlayamadığımız” için onları bir “sorun” olarak görmeye başlıyoruz. Jenerasyon farklarını bahane ederek onları “bi’ acayip” olmakla suçluyoruz. Sosyal medyada çok vakit geçiriyorlar, manevi değerlere önem vermiyorlar, çalışmak istemiyorlar diye şikayet ediyoruz. Ama günün sonunda şunun ne kadar farkındayız: Çocukların dijital ortamlarda hangi içerikleri tükettiği, bu hayatta neyi önemseyip neye değer verdiği, çevresindeki dünyayı nasıl yorumladığı büyük ölçüde bizim onlara sunduklarımızla şekilleniyor. O yüzden önce çocuklara nasıl yaklaştığımıza bakmamız, hatta canavar gözüyle baktığımız yeni nesillerle barışmamız gerekiyor.
Yalnızca ebeveyn olarak değil; bir öğretmen, bir komşu, bir akraba ya da sadece yetişkin bir birey olarak da onlara nasıl davrandığımızı yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Onları aşağılamamız değil, yanlarında durmamız gerekiyor ki kendilerini dışlanmış hissedip daha da ayrı durmaya çalışmasınlar. Onlara birer yükmüş gibi değil, birlikte yaşamayı öğrenmemiz gereken bireyler olarak yaklaşalım ki onlar da bize alışsın. Saygının yalnızca yaşla değil, var oluşla hak edildiğini unutmamamız gerekiyor.
Hadi gelin, bundan sonra 23 Nisan’ı sadece kutlamış olmak için kutlamayalım. Aynı zamanda artık kendimize şu soruyu sorarak hareket edelim:
“Ben çocukların geleceğine - ve aslında dolaylı yoldan kendi geleceğime - nasıl katkıda bulunuyorum?”
Bu katkı bir çocukla konuşarak da olur, bir çocuğa attığımız samimi bir bakışla da. Hatta bir çocuğa onun özel hayatına karışmayarak da katkıda bulunabiliriz. Eleştirmeden sadece merakla yaklaşarak… Politik bir duruşla da mümkün olabilir, tüketim alışkanlıklarımıza dikkat ederek de olabilir, şişelerimizi biriktirip geri dönüşüm kutusuna atarak da. Tüm bunlar önce bizden başlıyor, sonra daha büyük kitlelere yayılıyor ve hepimizin geleceğini şekillendiriyor. Kelebek etkisi hakkında daha fazlası için geçen haftanın bültenini okuyabilirsin. Senin bir çocuğa ya da içindeki çocuğa uzattığın şefkatli bir el, dünyayı çok daha büyük bir ölçüde değiştirebilir.
Geleceği sevgiyle ve saygıyla inşa etmemiz dileğiyle,
Rengim Lal