Manifesting: İşe yarayan bir yöntem mi yoksa hayatımızı sabote eden gizli bir düşman mı?
“Çekim yasası” veya son zamanlarda daha sık karşılaştığımız ismiyle “manifestlemek”, düşüncelerimizi gerçekleşmesini istediğimiz bir sonuca odaklamamız anlamına geliyor. Olumlu düşünmenin gücünü savunan bu akımın özellikle kişisel gelişim kitapları, seminerler veya atölyeler aracılığıyla gittikçe yayıldığını ve daha fazla ilgi çektiğini görüyoruz.
Olumlu bir düşünce yapısının gücünü yadsıyamayız. Bununla birlikte kendimize sormamız gereken bir soru var: Manifestlemek gerçekten bize iyi geliyor mu yoksa gizliden gizliye hayatımızı sabote mi ediyor? Haydi bu sorunun cevabınının derinlerine inelim.
Manifestlemenin olumlu yanları:
Düşünce ve duygularımıza sahip çıkmak: Çekim yasası pratikleri yaşamdan ne istediğimize, değerlerimize, bizim için neyin önemli olduğuna ve nasıl daha iyi hissedebileceğimize odaklanmamıza fırsat veriyor. Bu tür bir farkındalık sayesinde gündelik hayatın içerisinde savrulmak yerine ne istediğimizi bilerek bilinçli bir şekilde hareket etme şansı bulabiliyoruz. Bir yandan da manifestlemek olumlu bir bakış açısını teşvik ettiğinden yaşamın zorluklarına karşı daha dirençli olmamızı sağlayabiliyor.
Daha olumlu bir bakış açısına yönelmek: Çekim yasasına göre olumlu düşünceler olumlu sonuçları doğuruyor. Böyle bir düşünce yapısıyla hayata karşı daha olumlu bir bakış açısına sahip olabiliyoruz. Neleri yapamayacağımıza ve nelerde başarısız olduğumuza odaklanmak yerine dikkatimizi hayatın karşımıza çıkarabileceği pozitif getirilere verebiliyoruz.
Hedef belirlemek ve harekete geçmek: Etkili bir şekilde uygulandığında çekim yasası pratikleri görselleştirme veya yazma gibi yöntemlerle hedeflerimizi belirlememize yardımcı olabiliyorlar. İsteklerimizi bu şekilde somutlaştırmak onlara ulaşmak için gerekli adımları atmak konusunda bizi motive edebiliyor. Fakat düşüncelerimizin tek başına değişim yaratmayacaklarının bilincinde olmamız şartıyla!
Manifestlemenin olumsuz yanları:
Eylemsizliğe sürüklenmek: Keşke sadece düşünerek ve isteyerek arzularımızı gerçekleştirebilseydik… Fakat gerçek hayat bu şekilde işlemiyor. Yukarıda da altını çizdiğimiz gibi yaşamdan beklentilerimizin gerçekleşmesi için olumlu bir bakış açısıyla talepte bulunmak güzel olsa da bunun işe yaraması için harekete geçmemiz gerekiyor. Kimi zaman manifestlemenin bu tuzağına düşebiliyor ve yaşamımızın harika olabilecek günlerini yalnızca bekleyerek geçirebiliyoruz. Tıpkı hepimizin bildiği o hikaye gibi: piyango biletini almadığımız sürece asla piyangoyu kazanamayız!
Kendimizi suçlamak: Manifestlemeye körü körüne bağlanırsak istediğimiz bir şey gerçekleşmediğinde veya başımıza kötü bir olay geldiğinde istemeye yeteri kadar çaba göstermediğimiz veya olumsuz düşüncelere izin verdiğimiz için kendimizi suçlayabiliyoruz. Bu da bizi umutsuzluğa, çaresizliğe ve karamsarlığa iterek motivasyonumuzu düşürebiliyor. Motivasyonumuz düşünce de doğal olarak potansiyelimizi gerçekleştirmekten uzaklaşıyoruz.
Problemleri görmezden gelmek: Olumsuz duygu ve düşüncelere izin vermemek süregelen sorunlarımızı halının altına itmemize ve o sorunların daha da büyüyüp kronikleşmesine neden olabiliyor. Hayat kalitemizi artırmak için onların bize anlatmaya çalıştıklarına da kulak vermemiz gerekiyor. Olumsuz duygu ve düşüncelerin zihnimize kontrolsüzce hücum etmesine geçit vermeden de onları belirli bir ölçüde deneyimlemek için kendimize izin vermeliyiz.
Ne yapmalıyız?
Birçok yaşam pratiğinde olduğu gibi çekim yasası pratiklerinde de önemli olan dengeyi koruyabilmek. Manifestlemeyi diğer sağlıklı başa çıkma mekanizmaları ile birlikte kullandığımızda motive olmak ve hedeflerimizi belirlemek için bize destek olabileceğini görüyoruz. Fakat gerçekçi olmayan beklentiler oluşturmamak, eylemsizliğe düşmemek ve yaşamımızı tamamen bu pratiklere bağlamamak konularında dikkatli olmamız gerekiyor. Dolayısıyla, çekim yasasına inanmanın hayatımızı güzelleştirip güzelleştirmediği ya da hayatımızdan eksiltip eksiltmediği, ona nasıl yaklaştığımıza ve onu günlük yaşamımıza nasıl entegre ettiğimize bağlı. Her yöntemde olduğu gibi, etkisi onu kullanan eller ve zihinler tarafından belirleniyor!
Aman diyelim araştırmadan ve körü körüne bağlanarak sürü psikolojisine kapılmayın.
Olumlu düşünmen için #RelateYanında!
Hayatımızın belirli dönemlerinde kendimizi her şeyi siyah-beyaz görürken, yalnızca olumsuza odaklanırken veya her şeyin içerisinde bir olumsuz yan ararken bulabiliyoruz. Fakat bu konuda atabileceğimiz bazı sağlıklı adımlar var! Eğer sen de olumlu bir bakış açısına sahip olmak istiyorsan Relate yanında. Uygulama içerisindeki “Zor Duygularla Baş Etmek” (Üstelik şimdi ücretsiz!), “Olumlu Bakış Açısı Kazanmak” ve “Umutsuzluğu Yenmek” gibi yolculuklara başlayarak düşüncelerini daha gerçekçi bir noktaya taşımak konusunda adımlar atabilirsin.
Bu Hafta Okuman Gerekenler:
Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendiniz Kalabilmek - Svend Brinkmann
Günümüzde kişisel gelişim akımlarının hızla yayılması, sürekli olumlu bir tavır sergileme halinin teşvik edilmesi ve her yandan maruz kaldığımız doğru/yanlış bilgiler bize zarar verebiliyor. Danimarkalı psikolog ve felsefeci Svend Brinkmann “Kişisel Gelişim Çılgınlığında Kendiniz Kalabilmek” isimli kitabında tam da bu noktalara parmak basıyor. “Aradığımız bütün yanıtlar içimizde midir?”, “Kendini gerçekleştirmek ne demektir?”, “Birey kendi kaderinden sorumlu mudur?” gibi kritik sorulara yanıt arıyor.
Bu Hafta Görmen Gerekenler:
Toksik pozitiflik kavramını duymuş muydun? Psikolog Susan David bu son derece etkileyici, esprili ve hayat değiştirici [TED konuşmasında] (https://www.ted.com/talks/susan_david_the_gift_and_power_of_emotional_courage/transcript) duyguları gerçekçi bir şekilde deneyimlemek yerine pozitifliği ödüllendiren bir kültüre meydan okuyor ve duygusal dayanıklılığın güçlü stratejilerini tartışıyor.