İç İçe Geçmiş İlişkilerde Bireyselliği Koruma Rehberi
Merhaba Relater,
Etrafındaki insanlarla fazla içli dışlı olabilir misin?
Bir karar vermen gerektiğinde istisnasız ailenin fikrini sorar mısın? Partnerin ne hissediyorsa sen de o an bire bir aynı şekilde hisseder misin? Ailen endişe etmesin diye gerekirse hayatta ilerlemek istediğin yolu değiştirir misin? Yakınların hayatında olan ve sana dair olan her şeyi bilmek zorunda gibi hisseder misin?
Ben Relate içerik ekibinin koordinatörü Psikolog Rengim Lal. Bugün iç içe geçmiş ilişkiler üzerine konuşuyoruz. Yukarıdaki sorulara cevabın büyük oranda evet olduysa, sınırların fazla geçirgen olduğu, fazla iç içe geçmiş ilişkilere sahip olabilirsin. Peki bu kötü bir şey mi? Sonuçta bu sorulara evet yanıtını vermek aynı zamanda o insanlarla çok yakın olduğumuzu da gösterir, öyle değil mi?
Hem evet hem de hayır desem? Bir yanıyla samimi olduğumuz insanların fikrini almak istememiz ve kendimiz hakkında onlarla bilgi paylaşımı yapmamız çok anlaşılır bir durum. Ancak bir diğer taraftan, eğer onlardan duyduğumuz fikirler aldığımız kararları büyük ölçüde değiştiriyorsa ya da onlarda endişe ve öfke gibi duyguları uyandıracağını düşündüğümüz şeyleri yapmaktan çekiniyorsak, bu ilişkilerin bizim davranışlarımızı kontrol eden bir yanı olduğunu söyleyebiliriz.
Bir adım geriye çekilip büyük resme odaklanabilirsek bu tür ilişkilerimiz hakkında farkındalığımızı artırabiliriz. Haydi gel, iç içe geçmiş ilişkileri anlamaya çalışalım.
İç içe geçmişlik, bireyler arasındaki kişisel sınırlar net olmadığında veya bir şekilde ortadan kalktığında meydana gelir. İç içe geçmiş ilişkilerde bireyler birbirlerinin duygu, düşünce ve eylemlerine karşı aşırı derecede sorumlu hissedebilirler. Bu da kişisel gelişimin önüne geçebilecek bir bağımlılık duygusu yaratabilir.
Sınırların olmaması, bir kişinin kendi benliğinin nerede bitip karşısındakinin benliğinin nerede başladığını ayırt etmekte güçlük çekilmesine neden olabilir. Özellikle duygusal sınırlarımız geçirgen olduğunda karşımızdaki kişiden farklı duygular hissetmemiz mümkün değilmiş gibi birbirimizin duygularına aşırı bağlı bir şekilde yaşayabiliriz. Bu da ilişki dışındaki kişisel hedef ve ilgi alanlarımızın peşinden gitmemizi güçleştirebilir.
Bunun yanı sıra, iç içe geçmiş ilişkiler duygusal açıdan tükenmiş hissetmemize ve kimlik kaybı yaşamamıza yol açabilir. Kimlik kaybı, hayatta yaptığımız şeyleri kendimiz istediğimiz için mi yoksa kendimizi bir başkasına sorumlu hissettiğimiz için mi yaptığımız konusunda kafamızın karıştığı anlarda kendini gösterir. Yoğun şekilde deneyimlendiğinde kendimizi artık hayatta ne istediğimizi bilemez bir halde bulabiliriz.
Peki bu iç içe olma halini ilişkilerimizi sonlandırmadan nasıl azaltabiliriz?
Kendimize dönüp bakarak:
Kendi ihtiyaç, arzu ve hedeflerimiz üzerinde düşünmek, bizim için gerçekten neyin önemli olduğunu anlamamızı sağlıyor. Bu sayede kendimiz hakkında keşfettiklerimizi etrafımızdaki insanların beklentilerinden ayırabiliyoruz. Bunu yapabilmek için de hayatta ilerlemek istediğimiz yolun bir başkasını üzebileceğini ama ona zarar vermediği sürece herkesin sadece kendi duygularından sorumlu olduğunu hatırlamamız gerekiyor.
Sınır koyarak:
Hayatımızda gerçekten neleri isteyip istemediğimizi keşfettikten sonra sınırlarımızı açıkça tanımlamamız ve yeri geldiğinde onları aşma teşebbüsünde bulunan insanlara o sınırları hatırlatmamız gerekiyor. Sınırlarımızı belirlemek ve gerektiğinde bunların arkasında durabilmek için karşımızdaki kişilere sınırlarımızı belirtmek; duygusal iç içe geçmişlik, kişisel alanın yokluğu ve karar verme süreçlerinde karşı tarafın fikrini kendi fikrimizden daha fazla önemsememiz gibi durumların önüne geçilmesini sağlayabiliyor.
Bireyselliğe alan açarak:
Kendi tutkularımızı, hobilerimizi ve ilgi alanlarımızı yeniden keşfederek bunların peşinden gittiğimizde bireysel benliğimizin oluşumuna ve gelişmesine katkıda bulunmuş oluyoruz. Aile, arkadaşlık ya da romantik ilişkilerimizin dışında bir bireysellik duygusu geliştirmek bu ilişkilerde ters giden bir şeyler olsa da kim olduğumuza dair algımızı kaybetmememiz açısından önem taşıyor. Bunu sağlamak için ara sıra kendimize “Herkesten bağımsız olarak düşündüğümde ben kimim? Kim olmak istiyorum? Ne yapmaktan keyif alıyorum?” sorularını sormak bizlere yardımcı olabiliyor.
Açık iletişim kurarak:
Sınır koymak ve sınırlarımızın arkasında durmak söz konusu olduğunda açık ve dürüst iletişim kurmak önemli bir rol oynuyor. Düşünce ve duygularımızı net bir şekilde paylaşmadan sınır koyma davranışlarında bulunduğumuzda ardından kendimizi suçlu hissedebiliyor ve bir daha sınır koymamız gerektiğinde daha fazla zorlanabiliyoruz. Kendimizi açık bir şekilde ifade etmeden sınır koyduğumuzda karşı taraftan da daha olumsuz bir geri dönüş alabiliyoruz.
Bu Hafta Görmen Gerekenler:
Büyük ve sevgi dolu bir ailenin parçası olmak harika olsa da her kafadan çıkan farklı seslere kulak vermeye çalışmak bunalmış hissetmemize ve gerçekten ne istediğimizi anlayamamamıza da neden olabiliyor. Filmde hayallerinin erkeğiyle tanışan ancak bu kişi Yunan olmadığı için Yunan ailesi tarafından onaylanmayacağından korkan Toula tam da böyle hissediyor. Film bize ailemiz bizi çok sevse de istek ve ihtiyaçlarımızı tam olarak anlamayabileceğini ve hatta bunları aileye karşı birer ihanet olarak görebileceğini anlatıyor. Ama ne olursa olsun gönlümüzden geçeni bir başkası onaylamıyor diye yapmaktan vazgeçmek yerine yapmamız ve ailemizin bizi kabul etmesini ummamız gerekiyor.
İç içe geçmiş ilişkiler ve sınır koyma konuları hakkında bültende yer almasını istediğin farklı sorular varsa rengimlal@therelate.app mail adresine yazarak isteklerini bana iletebilirsin. Bir sonraki bültene dek kendine iyi bak!
Sevgiler,
Psikolog Rengim Lal
Instagram: @psikolog.rengimlal