Bu cümleyi bu hafta birçok insandan duydum.
Ve dürüst olmak gerekirse ben de benzer hisler içindeyim.
Bir yandan insanın içinde bir şey kıpırdıyor. Direnmek isteyen, haksızlığa karşı öfkelenen, aksiyon almak isteyen bir yanımız var. Bu çok kıymetli çünkü umursuyoruz. Bu içimizdeki kıpırtı, her zaman kendini büyük eylemlerle gösteremeyebiliyor. Bazen sadece bir düşünce, bazen attığımız bir slogan, bazen kısa bir yazı, bazen katıldığımız bir yürüyüş, bazen de sessiz kalma hâlimizle bile bu kıpırtıyı deneyimleyebiliyoruz. Ama ne olursa olsun, o kıpırtının varlığı bize kendimiz kalabildiğimizi hatırlatıyor. Umut veriyor.
Diğer yandan korkuyoruz.
Haberlerde insanların karşılaştığı muameleyi gördükçe korkuyoruz.
Bu ülke nereye gidiyor diye düşünüp korkuyoruz.
Sırf düşündüğümüz, yazdığımız, ağzımızı açtığımız ya da sadece orada olduğumuz için başımıza bir şey gelebileceğinden korkuyoruz.
Ve bu korku da en az öfkemiz kadar gerçek.
Peki bu korkuyla ne yapacağız?
Korkuyu bastırmak ya da yok saymak, çoğu zaman onu daha da büyütüyor.
Ama korkunun içinde kalıp hiçbir şey yapamamak da bizi paralize ediyor.
Bu yüzden küçük adımlar kıymetli.
Korktuğumuzu kendimize ve güvendiğimiz insanlara itiraf etmek, onu paylaşmak, onun hakkında konuşmak kıymetli…
Çünkü korku, adı konduğunda biraz daha küçülüyor.
Aynı duyguyu paylaşan bir başkasıyla karşılaşmak, yalnız olmadığımızı hatırlatıyor.
Korkunun bizi durdurmasına izin vermemek için bazen sadece bir adım atmak yetiyor.
Bu bir paylaşım yapmak olabilir.
Bir arkadaşımızla konuşmak, bir topluluğa dahil olmak, orada olduğumuzu hissettirmek olabilir.
Hareketsiz kalmamak için çok küçük de olsa kendimize bir eylem bulmak…
Kendimize “Ben şimdi ne yapabilirim?” diye sormak. Ve çok da dev bir cevap bulmaya çalışmamak.
Korkuyu da geçtim, her gün haberleri izlemek, her yeni gelişmeyle kalbimizin sıkışması, “bu da mı oldu?” hissiyle yaşamak çok yorucu olabiliyor.
Zihnimiz ve bedenimiz bir noktada artık normal işlevini yerine getirememeye başlıyor çünkü bu kadar yük, tek başına taşınabilir değil.
Bu yüzden sana birkaç şey önermek istiyorum:
Bazen birkaç saatliğine ekranı kapatabilir, bildirimleri sessize alabilir, bedeninle yeniden temas edebilirsin. Bunları kaçış olsun diye değil, sinir sistemine bir tür onarım olsun diye söylüyorum.
Topraklanmak dediğimiz şey bazen çok basit yollarla mümkün olabiliyor:
Ayaklarını yere basarak, bir bardak soğuk su içerek, ellerini ovuşturarak, birkaç derin nefes alarak, kendi kelimelerini yüksek sesle duyarak, “Şu an buradayım. Hissettiklerim gerçek. Ama geçecek.” diyerek mesela.
Tüm bu duygu yükünün içinde kendine küçük bir alan açmanı istiyorum.
Belki kendine sorman gereken soru şu: “Bu hafta bana ne iyi gelir?”Kendinle kavga etmeden, kendinden kaçmadan ama aynı zamanda kendini aşırı uyarılmışlık haline bırakmadan.
Her şeyin çok fazla geldiği bu günlerde birlikte olduğumuzu bilmek güç veriyor.
Bu satırları okuyanlar olarak benzer duygularda buluştuğumuzu bilmek, bu bülteni biraz daha anlamlı kılıyor.
Daha güzel günlere kavuşmak dileğiyle,
Rengim
Güzel günler görmek dileğiyle. Bülten için teşekkürler, emeğinize sağlık . Artık alışkanlık oldu her pazar bülteni okumak için bekliyor oluyorum ☺️