Bir şeylerden şikayet etmek bir alışkanlık olabilir mi?
Merhaba sevgili Relater,
Ben Relate içerik ekibinden Ece Karya Özkan. Bu haftanın İyi Hissettiren Bülten’ini senin için ben kaleme alıyorum! Hem çevremde hem de dürüst olmam gerekirse kendimde sıkça gözlemlediğim bir davranışı ele alalım dedim bu hafta: söylenmek. Senin de ertesi gün hatırlamayacağın minicik pürüzlerle ilgili uzun uzun söylendiğin ve günlük konuşmalarında kendini hep bir şeylerden şikayet ederken bulduğun oluyor mu? Eğer öyleyse yalnız değilsin.
Eminim hepimizin çevresinde ne zaman araba kullansa yolculuğun bir “Neden Herkes Çok Kötü Araba Kullanıyor?” podcast’ine dönüştüğü ya da ne zaman bir şeyler yeseniz yemeğe dair bir memnuniyetsizliği olan birileri vardır. “Huysuzluk” adını da verebildiğimiz bu şeyler kimimiz için hayatta olan bitene karşılık vermenin içten gelen bir yolu iken kimimiz için rahatsız edici bir durum olabiliyor. Ancak bize ve çevremize özünde pek iyi gelmese de “Bu davranışın bizim için ne gibi bir işlevi var?” diye bir sormak gerekiyor. Çünkü bu davranış bize sadece zarar veriyor olsa ve bizim için hiçbir işlevi olmasa muhtemelen bunu yapmazdık. (Bunu hayatımızda bize kötü gelen diğer alışkanlıklar için de söylemek mümkün.)
O halde neden bazen söylenip duruyoruz? Uzun uzun şikayet etmenin problemi çözmediğinin farkında olsak da neden bunun problemi çözmüyor olması homurdanmayı bırakmamızı sağlamıyor?
Düşünelim, üniversite yıllarında edindiğimiz kaç arkadaşlığın tohumları ortak bir dersimizin hocasını çekiştirerek ekiliyor? İş arkadaşlarımızın kaçı ile en samimi konuşmalarımızı patronumuzun hoşumuza gitmeyen bir yaklaşımından bahsederken yapıyoruz? Başkalarıyla bağ kurmanın bir yolu olarak şikayet edebildiğimiz gibi bazen sempati kazanmak amacıyla da şikayet edebiliyoruz. Kaldı ki, dert yakınmayı insanlarla ilişki kurmanın doğal ve belki farkında bile olmadığımız bir parçası olarak görmenin toplumsal ve kültürel bir yanı da var.
Psikolojide olumsuzluk önyargısı (negativity bias) olarak tanımladığımız bilişsel önyargıya göre pozitif ve negatif şeyler hayatımızda eşit ağırlığa sahip olsa bile negatif olanlara daha çok önem vermeye ve onları daha iyi hatırlamaya eğilimli oluyoruz. Bu, her ne kadar beynimiz negatif şeylere odaklanmaya programlıymış gibi hissettirdiği için kulağa kötü gelse de aslında beynimiz hayatımızın negatif parçalarını bize sorun çıkarabilecek şeyler olarak gördüğü için enerjisini oraya harcıyor. Yani buna beynimizin bir savunma stratejisi diyebiliriz. Tüm bunlara ek olarak, küçük bir aksiliğin bile sinirlerimizin bozulmasına yettiği bir ruh halindeyken o şeyle ilgili uzun uzun şikayet etmek kısa süreliğine de olsa bizi rahatlatabiliyor.
Ancak homurdanmanın sağladığı tüm bu ikincil kazanımlar bunun bize iyi gelen bir şey olduğunu göstermiyor. Artık neredeyse bir kişilik özelliği gibi hayatımıza işleyen ya da alışkanlık haline gelen bir söylenme davranışı hem mental olarak bize iyi gelmiyor hem de çevremizdeki insanların iyilik halini aşağı çekiyor. Yakın ilişkilerimize zarar verdiği gibi o kadar yakın olmadığımız insanlara dahi yansıyabiliyor. Son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre Instagram paylaşımlarında başkalarının öfke, tiksinti ve üzüntü ifade eden şikayetlerini gören kişiler de benzer duygular hissetmeye başlıyorlar. Bir diğer deyişle, böyle duygular gündelik hayatımızda olduğu kadar dijital ortamda da bulaşıcı olabiliyor.
Peki bu davranışı nasıl bırakabiliriz? Küçücük şeyleri bile tolere etmekte zorlandığımız dönemlerde ne yapmak uzun uzun şikayet etmemizin önüne geçebilir? Gelin, biraz da bundan bahsedelim!
Asıl sorun ne?
Otomatın para üstünü eksik vermesi, otobüsün beklediğinden birkaç dakika daha geç gelmesi ya da beklemiş patates kızartmasının yumuşaması o günkü ruh halinin ve diyaloglarının gündeminde kayda değer bir yer kaplıyorsa sinirlerini bozanın başka bir şey olma ihtimalini değerlendirmek sence nasıl bir fikir? Aslında bu sıralar gerçekten dinlenmeye ihtiyacın olduğu için ayakta dikilip birkaç dakika daha otobüs beklemek seni sinirlendirmiş olabilir mi? Bu sıralar uzun uzun emek verdiğin işlerin sonuçlarını görmekte zorlanıyor ve hayal kırıklığına uğramış hissediyorsan yumuşamış patateslerle ilgili uzun uzun söylenerek belki de o duyguları ifade ediyor olabilir misin? Elbette bazen yumuşamış bir patates kızartması yalnızca yumuşamış bir patates kızartmasından ibarettir ancak hayatımızın bir döneminde yumuşamış patates kızartmaları ve türevlerine yönelik davranışımızda böyle bir patern gözlemliyorsak orayı biraz daha incelemekte fayda var.
Duyguyu kabul etmek…
Toleransımızın düşük olduğu, pireyi deve yapmaya yatkın olduğumuz, daha kolay sinirlenebileceğimiz günlerde hassas olduğumuz anları görmek ve ifade etmek hem kendimizin hem de çevremizdekilerin enerjisini korumak için güzel bir adım. “Şu anda gergin hissediyorum.” cümlesi bile düşündüğümüzden çok daha kıymetli olabilir.
Temel ihtiyaçların ne alemde?
Hakimlerin öğle yemeği saatinden önceki duruşmalarda daha uzun cezalar verebildiğini duymuş muydun? Columbia ve Ben Gurion Üniversitesi’nin beraber yürüttüğü bir araştırma hakimlerin açken daha katı cezalar verme eğiliminde olduğuna işaret ediyor. Her ne kadar bu araştırmanın bulgularının gerçeği ne kadar yansıttığı hukukçular tarafından hala tartışılıyor olsa da bu araştırmayı kendimizi özellikle huysuz hissettiğimiz zamanlarda aç olup olmadığımızı değerlendirmek için önemli bir hatırlatma olarak görebiliriz. Benzer şekilde, uykumuzu alamadığımız günlerde normalde gülüp geçeceğimiz bir aksilik kolayca sinir eşiğimizi aşan bir şeye dönüşebiliyor. Dolayısıyla gün içerisinde homurdanmalarımızın arttığını fark ettiysek temel ihtiyaçlarımızı şöyle bir yoklamak iyi bir fikir olabilir!
Bu davranış sana da başka bir yerden geçmiş olabilir mi?
Söylenmenin bulaşıcılığının seni de etkileyip etkilemediğini anlamak için bu bültende okuduklarının kimlerden ya da sosyal medyadaki hangi hesaplardan sana tanıdık geldiğini düşünebilirsin. Yakın ilişkilerimizde bu konuyu bir kahve eşliğinde konuşmak ya da sosyal medyada bizi sürekli negatif haberlere boğan hesapları takipten çıkarmak bize iyi gelebilecek diğer alternatiflerden olabilir.
Bültenimizin sonunda sana huysuzlanabildiğimiz anları da kucaklayabilmek ve şefkatle dönüştürebilmek için belki minik bir faydası olur diye sürekli şikayet eden, huysuz ama bir o kadar da tatlı bir yaşlı adam karakterinin yer aldığı, muhtemelen birçoğumuzun aşina olduğu sıcacık bir animasyon önermek istiyorum: Yukarı Bak (Up)! 2009 yılında çıkan ve En İyi Animasyon Filmi Oscar’ını havada kapan bu film dilerim bu hafta sana keyifli vakit geçirip rahatlayabileceğin bir 96 dakika verir. 🎈
Sana gün içerisindeki küçük aksiliklerin içindeki komiklikleri görebildiğin ve baharın gelişiyle beraber ısınan havanın keyfini çıkarmaya başladığın güzel bir hafta diliyorum. Kendine çok iyi bak!
Sevgiler,
Karya
Bahsedilen araştırmalar:
Danziger, S., Levav, J., & Avnaim-Pesso, L. (2011). Extraneous factors in judicial decisions. Proceedings of the National Academy of Sciences of the United States of America, 108(17), 6889–6892. https://doi.org/10.1073/pnas.1018033108
Yusainy, C., Fitria, I., Sarirah, T., Wicaksono, W., & Santosoputro, A. (2024). Not all #complaints are equally contagious: an Instagram experiment. The Journal of general psychology, 151(1), 63–75. https://doi.org/10.1080/00221309.2023.2182268