“Bir derdim var artık, tutamam içimde…”
Merhaba Sevgili Relater,
Ben Psikolog Aydan Albayrak. Nasılsın? Başlık sana hitap ettiyse belli ki biraz dolmuşsun. Peki, için bu kadar sıkkınken kendine iyi gelmek için neler yapıyorsun? Dertlerini çevrendekilerle paylaşıyor musun? Yoksa içinde mi tutmaya çalışıyorsun?
Kimimiz iç dünyasını insanlarla paylaşma konusunda rahatken kimimiz içinde olup bitenleri bir sır gibi saklayabiliyor. Bir bakıyoruz, çevremizdekiler bizi iyi sanırken biz sıkıntıdan patlayacak bir bomba gibi olmuşuz.
Neden dertlerimizi paylaşmayabiliyoruz peki?
1- Anlaşılacağımıza güvenmiyoruz.
Bir paylaşım anında temel ihtiyaçlarımızdan biri anlaşılmak oluyor. Karşı taraf bizi görsün, duygularımızı paylaşsın ve hatta bize hak versin istiyoruz. O kişi için kolayca çözülebilecek bir durumsa bile bizim zorlanabileceğimizi gözeterek dinlemesini bekliyoruz. Hâliyle, bu kişi bize “Boş ver ya, kafana takmaya değmez.” gibi bir cevap verince anlaşılmamış hissedebiliyoruz. Öyle ki, bunun olma ihtimali bile anlatma hevesimizi kırabiliyor.
Daha önce bu gibi cevaplar duyduğumuz birine içimizi açmak istemememiz oldukça anlaşılır. Ancak birileriyle yaşadığımız deneyimi herkese genellemek sence de biraz haksızlık olmaz mı?
Anlaşılmayacağımız düşüncesi her zaman dışarıdan kaynaklanmayabiliyor. Bazen yaşadığımız sıkıntı sadece bize özelmiş gibi hissedebiliyoruz. Peki sence bu ne kadar gerçekçi bir düşünce?
Yaşadığımız her şey aslında insan olma deneyiminin bir parçası. Elbette ki kendi örüntülerimizle, kendi bakış açımız ve karakterimizle birlikte o olayı deneyimleme şeklimiz bize özel oluyor. Ancak koskoca dünyada bizimle aynı dertten muzdarip bir sürü insan bulunuyor. Bununla birlikte, birinin bizi anlaması için aynı olayı yaşaması gerekmiyor ki! Benzer deneyimlerinden yola çıkarak veya bizimle empati kurarak da bizi anlayabilmesi mümkün oluyor.
2- Yük olacağımızı düşünüyoruz.
Sıkıntılarımızı paylaşmamamızın bir sebebi de “Onun da kendi dertleri vardır, şimdi benimkilerle kafasını şişirmeyeyim.” düşüncesi olabiliyor. Karşımızdaki insanın bizi dinlemekten bıkacağını, sırf zorunda hissettiği için dinlediğini düşünebiliyoruz. Bu nedenle, kimseye yük olmak istemediğimiz için dertlerimizi anlatmamayı seçebiliyoruz. Hatta bazen bunun altında sevilmeme endişesi yatabiliyor.
Oysaki kendini bir düşün: Sen sevdiklerinin sıkıntılarını kendine sorumluluk olarak gördüğün için mi dinliyorsun? Yoksa onları sevdiğin ve zor zamanlarında da yanlarında olmak istediğin için mi?
Seni seven insanlar da içten bir şekilde sana aynı alanı açmak istiyor olamazlar mı?
Bir de şuna değinmekte fayda var: Elbette ki hepimiz her zaman dert dinlemeye açık olmayabiliyoruz, bu çok insani! Ama bu demek değil ki biz o insandan sıkılmışız ya da ona olan sevgimiz azalmış. Sadece, bizim de kendi ihtiyaçlarımız var ve bazen dert dinleyecek kapasitemiz olmayabiliyor.
Böyle zamanlarda ise kendi ihtiyaçlarımızı gözetmek ve dile getirmek bir yetişkin olarak bizim sorumluluğumuzda. Demem o ki “Acaba beni dinlemekten sıkıldı mı?” diye endişelenmek yerine karşı tarafın da kendi ihtiyaçlarını gözeteceğine ve dinleyecek alanı olmadığında bunu bize söyleyeceğine güvenebiliriz.
3- Zayıf görünmek istemiyoruz.
Bazılarımızın kafasında yardım istemek sanki zayıflık göstergesiymiş gibi bir algı olabiliyor. Her koşulda kendi kendimize yetmemiz gerektiğini düşünebiliyoruz. Oysaki biz de insanız ve elbette zaman zaman desteğe ihtiyaç duyabiliyoruz. Sonuçta her zaman başkalarına muhtaç olmakla en zor anda bile asla yardım almamak arasında bir yer de var, değil mi?
Hem, ihtiyaç duyduğumuzda destek isteyebilmek ve o kırılgan yanımızı başkalarına gösterebilmek de bence bir öz şefkat ve güç göstergesi, ne diyorsun?
“Yok, bence zayıflık değil ama ya karşı taraf öyle düşünürse?” diyorsan da eğer, sana sormak istiyorum: Derdini anlattığın için seni zayıf gören biriyle ilişkini sürdürmek ister misin?
4- Sorunlarımızdan kaçıyoruz.
Dertlerini paylaşmamanın bir savunma mekanizması olabileceğini düşünmüş müydün? Kimimiz bir şeyi dillendirmezsek o şey gerçek olmazmış gibi düşünebiliyor ve bu şekilde aslında kendimizi kandırarak sorunlarımızı kabul etmeyebiliyoruz. Bazen de bazı şeyleri kabullenmek o kadar zor geliyor ki bir süre daha kimsenin onu bilmediği bir dünyada yaşamaya devam etmek istiyoruz. Örneğin, çok istediğimiz bir şirketten kabul alamayınca bu olumsuz haberi sevdiklerimize vermeyi erteleyebiliyoruz. Böyle yaparak sanki hâlâ bekleme aşamasındaymışız gibi kendimizi kandırabiliyor ve bu olumsuz gelişmenin bizdeki etkileriyle yüzleşmek için zaman kazanabiliyoruz.
Zorlayıcı duygular kadar sorumluluklarımızı da erteleyebiliyoruz. Bazen zorlandığımız konuda hangi adımı atacağımızı bilsek de onu atmaya çekinebiliyoruz. Bu konuda konuşmak da bize bu adımı atmamız gerektiğini hatırlattığı ve üzerimizde bir baskı yarattığı için kaçınma davranışına başvurabiliyoruz.
Ancak biz her ne kadar ertelesek veya yokmuş gibi davransak da bir noktada gerçekleri kabul etmemiz gerekiyor. Ve kendimizi hazır hissettiğimizde bunu sevdiklerimiz yanımızdayken yapmanın kolaylaştırıcı bir etkisi bulunabiliyor.
Bu haftanın önerisini çoktan tahmin etmişsindir diye düşünüyorum, başlıkta ipucu vermiş bulundum çünkü… 👀 E ama içinde “Hiç anlatamadım, hiç anlamadılar.” geçen o zamansız parçayı bu bültene eklemesem olmazdı! O zaman buyur, Mor ve Ötesi’nin efsanevi şarkısı Bir Derdim Var’ın ta 6 yıl önce çıkan (Zaman ne kadar hızlı geçiyor! 😳) ve bir o kadar daha efsanevi olan canlı senfonik versiyonu.
Pazar gününe eşlik edebilecek parçayı da seninle paylaştığıma göre bülteni sonlandırma vakti gelmiş demektir. Kendine çok iyi bak Relater!
Sevgiler,
Aydan 💚