Acıkan miden mi, yoksa duyguların mı?
Merhaba Relater,
Ben Relate içerik ekibinde Ece Karya Özkan. İyi Hissettiren Bülten’de bu hafta ben sana sesleniyor olacağım. Geçtiğimiz haftalarda kendimizle olan ilişkimize ve romantik ilişkilerimize bakmıştık. Ben de bu hafta yemekle olan ilişkimize bakmak istedim.
Eminim ki birçoğumuzun stres altında olduğumuz bir anda bir tablet çikolatayı bitiriverdiği ya da koca bir tencere makarna yaptığı oluyordur. Veya tam tersi şekilde iştahının tamamen kapandığı… “Ne zaman yiyoruz?” sorusuna basit bir mantıkla “Acıkınca.”, “Ne zaman yemeyi bırakıyoruz?” sorusuna “Doyunca.” ya da “Ne zaman yemiyoruz?” sorusuna “Tokken.” demez miyiz? Eh, peki gerçekte neden her zaman böyle olmuyor? Nasıl oluyor da ruh halimiz neyi, ne zaman ve ne kadar yiyeceğimiz üzerinde bu kadar etkili oluyor?
Henüz medeniyetin gelişmediği, hatta insanların yerleşik hayata dahi geçmediği dönemlerde bile yemek yalnızca bir gıdadan daha fazlasıydı. İnsanlar bir araya gelir ve yemek yiyerek birlikte bir şeyler paylaşırlardı. Dolayısıyla, yemek yemenin biyolojik ihtiyaçlarımıza duygusal ya da sosyal ihtiyaçlarımızın da eşlik ettiği bir eylem olması aslında insanlık tarihi kadar eski bi durum. Yemek, özellikle de sevdiğimiz bir yiyeceği yemek, konfor ve güvenlik duygusunu da beraberinde getiriyor. Daha yakın ve daha bildiğimiz bir zamandan örnek verecek olursak akşam yemeklerinin birçok aile için beraber vakit geçirmek adına buldukları yegane zaman olduğunu söyleyebiliriz mesela. Bayramlarda akrabalar bir araya geldiğinde çoğunlukla büyük bir sofra kurulur. İş yerinde önemli bir başarı sağlandığında beraber güzel bir yemek organizasyonu düzenlenir. Birçok ilk buluşmada insanlar romantik bir akşam yemeğine çıkar. Dolayısıyla yemek yaşamımızın ve sosyal kültürümüzün önemli bir parçası.
Durum tabii ki yalnızca bundan ibaret değil. Duygularımız ve yemek arasındaki bağın her ne kadar toplumsal yanları olsa da aslında birçok açıdan oldukça kişisel bir bağdan bahsediyoruz. Peki yemek yemek ve kendimizle olan ilişkimiz arasında nasıl bir bağ bulunuyor?
Ailemizin yemekle nasıl bir ilişkisinin olduğu, yeme davranışlarımız ve bunların duygularımıza ilişkisi konusunda bize önemli ipuçları sunuyor. Mesela sosyal medyada sıkça karşılaştığımız “almond mom”, yani badem anne kavramı buna örnek gösterilebilir. Bu kavram, sağlıklı beslenmek konusunda ölçüsüz bir şekilde ısrarcı olan, çocuklarına da bu konuda baskıcı yaklaşan ve evde atıştırmalık olarak en fazla badem bulunduran anneler için kullanılıyor. Bunun gibi yeme konusunda oldukça kısıtlayıcı bir ailede büyüdüysek, bize bir tabu olarak sunulan sağlıksız yiyecekleri ergenlikte ya da yetişkinlikte bir rahatlama ya da özgürlük hissi verdiği için aşırı tüketmeye yönelebiliyoruz.
Suçluluk duygusu ile yemek yeme arasındaki bağ güçlendikçe anksiyete seviyemiz artıyor ve uyguladığımız diyet katılaşıyor. Yemek pişirirken tencereye bir tatlı kaşığı daha yağ koymak gibi minik detayları bile bir hata gibi görebiliyor ve gittikçe daha az yiyerek bu suçluluk duygusu ile mücadele etmeye çalışıyoruz. Bu durum ise kimi zaman yeme bozukluğuna kadar ilerleyebiliyor.
Yemek yemek bir baş etme mekanizması olarak da karşımıza çıkabiliyor. Zor zamanlarda sosyal destek, kendimize vakit ayırmak ya da farklı özşefkat pratikleri gibi baş etme mekanizmalarından faydalanabiliyoruz. Ancak bazen de daha sağlıksız baş etme yöntemlerine yöneliyoruz. Hissettiklerimizden uzaklaşmak için yemek yemek, hem ucuz hem kolayca ulaşılabilir bir alternatif oluyor. Bir tablet çikolata böyle anlarda bazen bizi biraz rahatlatan ve o ana renk katan bir şey olsa da her kaygılı hissettiğimizde başvurduğumuz bir yola dönüştüğünde tehlikeli bir hal alabiliyor.
Elbette kendimizi kötü hissettiğimizde canımız biraz pizza çekiyorsa o pizzayı yememizde bir sorun yok. Afiyetle yiyebiliriz! İstediğimiz bir şeyi yemenin bize duygusal olarak iyi gelmiş olması duygusal yeme bozukluğuna sahip olduğumuzu göstermiyor. Ancak böyle durumlarda iplerin kimin elinde olduğunu sorgulamamız önem taşıyor. Yeme davranışlarımız ve yiyeceklerin bize nasıl hissettirdiği konusunda bizim bir kontrolümüz var mı yoksa bizi tamamen onlar mı kontrol ediyorlar?
Her ne kadar diyet kültürü bu anlamda çoğumuzda yanlış bir algı oluştursa da ne yiyeceklerden kaçınmak ne de bazı yiyecekleri sağlıksız ya da kötü olarak etiketlemek bize iyi gelmiyor. Patatesli bir börek yemek bize annemizin fırından sıcacık çıkardığı börekleri yediğimiz çocukluk günlerimizi mi hatırlatıyor? O zaman kötü geçen bir günün sonunda patatesli bir börek yiyip biraz keyiflenmenin hiçbir zararı yok. Aksine, bu aslında kendimize şefkat göstermenin bir yolu da olabiliyor! Çünkü sağlık hem biyolojik hem de psikolojik bir bütün. Bu noktada önemli olan yiyecekleri dengeli bir şekilde tüketmeyi öğrenmek ve kontrolün bizde olduğuna emin olmak.
Beslenme alışkanlıkların için sana yol gösterecek bir destekçiye ihtiyaç duyuyorsan merak etme, emin ellerdesin. Relate yanında! Uygulamadaki “Sağlıklı Alışkanlıklar Edinmek” yolculuğuna başlayarak dengeli ve düzenli beslenme konusunda beraber bir adım atabiliriz. Bunun yanında, eğer yiyeceklerle olan ilişkinde kontrolün senin elinde olmadığını düşünüyorsan profesyonel bir ruh sağlığı uzmanından birebir destek almak da iyi bir fikir olabilir.
İyi Hissettiren Bülten’de tekrar buluşana kadar sana sevdiklerinle beraber büyük ve güzel sofralar kurduğun, belli yiyecekleri iyi ya da kötü olarak etiketlemediğin ve çocuklukta evin içini saran o taze börek kokusu kadar sıcacık günler diliyorum.
Kendine çok iyi bak.
Sevgiler,
Karya.